(filmin hikayesini içerir)
Sarı Mercedes, Adalet Ağaoğlu’nun ‘Fikrimin ince gülü’ adlı romanının güzel bir uyarlaması aslında! Öksüz büyüyen bir çocuğun, yaşadığı ülkede kimsenin kimsesi olamamış, itilip kakılarak büyümüş, saygı, sevgi, hoşgörü, görgü nedir bilmemiş ve öğrenmemiş Bayram’ın hikayesi ile bütün bir ülkenin anlatıldığı müthiş bir hikaye! Öyle ki bu hikaye gelişmiş ve gelişmemiş toplumlar arasındaki uçurumu ve bu uçurumun sebep olduğu yıkımı gözler önüne seriyor.
Bir yolunu bulup Almanya’ya giden ve orada biriktirdiği para ile iyi model bir sarı Mercedes alan Bayram, her gurbetçi gibi memlekete dönme hayalleri ile yanıp tutuşuyor ve her görgüsüz gibi arabasıyla her fırsatta hava atıyor. Esas amacı Türkiye’deki sözlüsüyle evlenmek olmasına rağmen, önüne gelen kadına asılmaktan da geri durmuyor.
Tipik bir Orta Doğu görgüsüzü gibi, daha Almanya’dayken bir kadını kandırıp birlikte oluyor, sonra Türkiye’de vapurda başka bir kadına asılıp, kadına arabada sarkıntılık yapmaktan da geri durmuyor. Görgüsüz insanların portresi, Bayram karakteri ile aslında toplumun büyük bir kısmını, hatta neredeyse tamamını anlatıyor. Kendisi gibi görgüsüzlerin, kural tanımazların çoğunlukla yaşadığı ve medeni kuralların işlemediği bir ülkede, hem Bayram diğerlerine, hem diğerleri Bayram’a sürekli sorun çıkartıyor ve bu sorun sarmalı, Orta Doğu’nun tam da kendisi demek oluyor.
Zira Almanya’da tıkırında giden işlerin aksine, Türkiye’nin daha girişinde başlıyor problemler. Düzensizliğin, kuralsızlığın ve görgüsüzlüğün esir aldığı bir coğrafyaya giriş yapmanın portresi de çok güzel anlatılıyor bu filmde! Daha girişte gümrük memuru, kendi inisiyatifinde Bayram’ı ülkeye girmesine izin vermemekle tehdit edebiliyor örneğin, ve karşıdakine buyurgan davranarak, karşıdakinin ezilip büzülmesi, adeta yalvarmasını sağlıyor ve bundan zevk alıyor. Tipik bir görgüsüz Orta Doğu coğrafyasının yönetim biçimi de bu parodi ile güzelce resmediliyor.
Bayram, gümrükten geçerek, aslında kendi gibi kuralsız, kural tanımayan, görgüsüz, saygısız ve sevgi yoksunu insanların arasına adım atmış oluyor. Kimsenin hiçbir kuralı dikkate almadığı, aslında kuralların da pek olmadığı, kimsenin kimseye saygı, minnet ve şefkat duymadığı bir coğrafyada, attığı her adım, gittiği her yer, yaptığı her yolculuk başka bir sorunu, başka bir felaketi beraberinde getiriyor. Geldiği ve büyük özlem duyduğu memleketinde, adım başı birbirinden beter problemle karşılaşıyor. Bu da aslında Türkiye gibi gelişmemiş coğrafyalarda yaşamın ne kadar zor, stresli, sorunlu olduğunun güzel bir portresi olarak işleniyor filmde.
Örneğin vapurda sigara içmek ve uyumak yasak anonsu yapılırken, insanlar sigara içip uyuyorlar. Sonra Bayram’ın vapurdan inerken arabasının altı eziliyor, zira vapurun ağızlaması nizami olmadığından, araçların hasar görme riski kimsenin umurunda değil. Sonra yol boyunca araçlar hatalı sollamalar yapıyor, takip mesafesine dikkat etmiyor, sürekli pencereden birbirlerine laf yetiştiriyorlar ve yol boyunca pek çok ölümlü ya da hasarlı kaza göze çarpıyor. Bir yerde asfalt döşeniyor ama o kadar gelişmemiş bir yöntemle ve nizami olmayan bir şekilde işlem yapılıyor ki, bayramın aracının her tarafına zift bulaşıyor.
Sonra aracını park ettiği yerde, aracın yıldızı çalınıyor. Bayram, Mercedes yıldızı almak için, yedek parçacıları dolaşıyor ama çok çalındığı için bulunmadığını söylüyorlar, olan da çok astronomik rakam istiyor. Vapurda çocuklar aracına tükürüyor, arkadaki araçtakiler onu küçümseyip, ona gülüyorlar. Berber suratını kesiyor. Yani ne yöne dönse bir sorun, bir problem yakasına yapışıyor Bayram’ın. Çünkü gelişmemiş bir ülkede yaşamak bu demek ve film de bunu çok güzel işliyor.
Yolda Bayram’ın camına kamyon taş sıçratıyor ve kırıyor. Bayram büyük bir görgüsüzlükle kamyoncuya saldırıp, dayak yiyor. Sonra başka arabalar, Bayram’ı yolda sıkıştırıyor, korna sesleri, bağrışmalar bolca gözlemleniyor. Stresli, yorucu, kuralsız bir yolculuğun sonunda bir de üstüne ceza yiyor Bayram. Tam köyüne yaklaşmışken, kontrolsüz bir şekilde ana yola çıkan bir tarım aracına çarpmamak için aracıyla takla atıyor ve Mercedes’i perte çıkıyor Bayram’ın. Bin bir hayalle başladığı memleket yolculuğu, dişinden tırnağından arttırarak aldığı Mercedes’in de heba olması ile sonuçlanıyor. Orta Doğu zira, hayallerinizi çalmak için tuzaklarla dolu bir coğrafya ve Bayram da bu tuzaklardan seke seke ufak sıyrıklarla ilerlerken, en sonunda dibine kadar çamura batıyor.
Perte çıkan arabasını bir şekilde çalıştıran Bayram, son bir umut köyüne gelip, sevdiği kız olan Zeynep’e evlenme teklifi yapacak olmanın heyecanını yaşarken, köy yolunda bir çocuk çobanla karşılaşıyor. Çoban, ona kendisinin ne kadar kalleş bir adam olduğunu, Almanya’ya gidecek arkadaşını sattığını, onun sağlam olan raporunu çürükle değiştirip, kendisinin aldığını ve bu raporla onun yerine Almanya’ya gittiği hikayesini dinliyor. Oysa bunun gerçekle ilgisi yok, ama kimin umurunda! Gelişmemiş ülkelerde, Orta Doğu’da dedikodular daima gerçeğin ta kendisi kabul ediliyor. Öyle ki bu dedikodudan birileri kahrından ölüyor, bir başkası işinden, diğeri sağlığından oluyor. Öte yandan çok sevdiği Zeynep’ini de başkası alıyor ve Zeynep’in de hamile olduğunu öğrenen Bayram’ın bütün dünyası başına yıkılıyor.
Gelişmemiş kafaların, saygı ve tahammül seviyesi düşük kuralsız insanların pervasizliginin hüküm sürdüğü Türkiye gibi ülkelerde; insanların mutluluğunun, huzurunun ve refahının olmayacağını, çünkü bu kuralsızlığın, saygısızlığın, görgüsüzlüğün tüm toplumun başta canı olmak üzere her şeyini elinden aldığını ya da alma potansiyeli taşıdığını çok güzel anlatıyor bu hikaye. Zira insanlar böyle ülkelerde, tıpkı Bayram’ın yolculuğu gibi şans eseri yaşıyorlar ve her an bin bir problem, bin bir stres, bin bir sorunla karşılaşıyorlar. Bir sorundan kaçsalar, öbürü ayaklarına dolanıyor ve bu hengamede insanların hayatları stresli, sorunlu ve allak bullak oluyor.
Sarı Mercedes, gelişmemiş coğrafyaların, gelişmemiş insanlarının kör talihini, sorunlu hayatlarını harika bir şekilde resmeden, müthiş ve özgün bir hikaye bu anlamda. Düzenin olduğu toplumları neden bırakmamak gerektiğini, düzenin, kuralların, nizamın, saygının, görgünün neden çok ama çok mühim olduğunu, bunların yokluğunu resmederek anlatan nadide bir hikaye. Belki de film, bize bu hikayenin çok kısıtlı bir kesitini anlatıyor. Bu hikaye’yi bir de Adalet Ağaoğlu’nun kitabından okuyup, Türkiye’nin bugün bile içinde bulunduğu ve bugün bile geçerli olan bu içler acısı tabloyu, onun kaleminden de okumakta fayda var. Zira bu kültür var olduğu müddetçe, bu topraklar adam olacağa benzemiyor.
Baran Gülçiçek
19.07.2022